Popüler Yayınlar

26 Kasım 2015 Perşembe

Burçların Ayrılma Sebepleri


BURÇLARIN AYRILMA SEBEPLERİ


Koç Burcu:
Koç burçları her dediğinin yapılmasını, birlikte oldukları insanların kendilerine koşulsuz boyun eğmesini hiç sevmezler. Karşılarında kendi görüşlerini ve isteklerini söyleyen insanları görmek hoşlarına gider. Bu tür bir ilişkiden çabuk sıkılırlar. Bunun dışında başkalarıyla ilgilendiğinizi fark ettirmeniz, kıskançlığınız, sahipleniciliğiniz, bıkması için yeterli sebeplerdir.
Boğa Burcu:
Boğa sahip olduğu bir ilişkiden zor ayrılan bir burçtur. Ancak birlikte olduğu kişinin cinsel isteksizliği, finansal güvensizliği, maddi konularla ilgili yanlış kararlar alması, müsrif bir şekilde para harcaması ve birikim yapmaması ayrılması için yeterli koşullardır.
İkizler Burcu:
Rutin şeylerden çabuk sıkılan ve sürekli yeni heyecanlar peşinde olan İkizler burcu için birlikte olduğu kişinin çok korumacı ve sahiplenici davranması, sürekli ilgi peşinde olup kıskançlıklar yapması ayrılması için yeterli sebeplerdir. Anında ayrılma kararı alıp yeni bir hayata başlar.
Yengeç Burcu:
 En duygusal ve romantik burçlardan olan Yengeç, kaçarsanız kovalar, kovalarsanız kaçar. Bu kovalamaca onun hoşuna gider. Yengeç burcunu ayrılık kararı alamsına sebep olan şeyler ise; onu düş kırıklığına uğratmanız, incitmeniz, düşündüğü gibi biri olmadığınızı belli etmeniz, eleştirel, şefkatsiz ve hırçın tavırlarınız olur.
 Aslan Burcu:
Aslan burcu birlikte olduğu kişiden ilgi ve övgü bekler. Gururunu zedelemeniz, hatalarından bahsetmeniz, eleştirmeniz, desteklememeniz, alkışlamamanız, takdir etmemeniz sizi bırakmasına ve bir daha geri dönmemesi sebep olur.
Başak Burcu:
 Zodiak’ın en titiz ve düzenli burcu Başak için, dikkatli ve özenli olmamanız, kırıcı olmanız, entelektüel ve kültürel birikiminizin ona göre yetersiz olmanız ayrılma sebepleridir. Ancak bu sebepleri size hissettirmeden ve sizi kırmadan ayrılır, çok düşüncelidir.
 Terazi Burcu:
Terazi burcunun ayrılma sebepleri çok açık ve kesindir; gündemi ve günceli takip etmemek, zamanın gerisinde kalmak, bakımlı, saygın, olmamak ayrılması için yeterli sebeplerdir.
Akrep Burcu:
Akrep burçları kontrol duygusunu ve kontrolün kendilerinde olmasını çok önemserler. İlişkilerinde kontrolü kaybettiklerini düşündükleri anda ayrılma kararı alırlar. Ayrılırken de sizi çok üzebilirler.
Yay Burcu:
Hareketli ve heyecanlı Yaylar için, gezmekten hoşlanmamanız, başka kültürlere ilgi duymamanız, yüksek egoya sahip olmanız ve akıllı biri olmadığınızı fark ettirmeniz sizden ayrılması için yeterli sebeplerdir.
 Oğlak Burcu:
 Zodiak’ın en zor ayrılma kararı alan burcudur Oğlak. Ancak birlikte olduğu kişi; onunla yeterince yakınlaşmamışsa, ailesi hakkında olumsuz konuşmaları varsa, maddi konularda çok düşüncesiz ve savurgansa ve işlerinde onu desteklemiyorsa ayrılma zamanı geldiğini düşünür. Ayrılma kararı verirken tüm bu sebepleri göz önünde bulundurur, yoksa tek bir sebep için ayrılmaz.
 Kova Burcu:
 Kova burcu istemediğini ve sevilmediğini hissettiği anda birlikte olduğu kişiden ayrılır. Hiç beklemez. Ayrıca bu durumun dışında; onu kısıtlamak, özgürlüğüne müdahale etmek,  hesap sormak, arkadaşlıklarına karışmak ayrılma sebepleridir. Ayrılırken de ağır sözlerle kalbinizi kırabilir.
 Balık Burcu:
 Zodiak’ın en kolay ayrılan burcudur Balık. Ayrılmak için somut ve her zaman geçerli sebepleri yoktur çünkü sebepleri her an değişebilir. Duygusal dünyasını azcık sarsacak herhangi bir somut olay ayrılık kararı vermesi için yeterlidir.

Albert De Salvo



ALBERT DE SALVO




Boston Strangler-Boston Kasabı-Boğucu
1931 -1973

"Ben mi? Ben kadınlara zarar vermem. Ben kadınları severim."

İşe cinsel tacizle başladı. Manken ajansına Model arıyormuş gibi kapı kapı dolaşıp kadınların beden ölçüsünü alır ve bu sırada vücutlarına dokunduğu kadılara cinsel taciz yapıyordu. Bu yüzden kısa bir hapis dönemi geçirmiş ve çıktığında tecavüzcülüğe terfi etmiştir.1960’ların başında New Englan’da yüzlerce kadına saldırdı. Bu sırada yeşil işçi kıyafetleriyle dolaştığı için kendisine ‘Yeşil Adam’ deniyordu.
1962’de lakabı artık ‘Boston Canisi’ idi. O artık 18 ayda 13 kadını vahşice öldüren tatlı dilli bir sadistti.
Onun vahşiliği daha çocukluk yıllarında ortaya çıkmaya başlamıştı. Bir köpek yavrusunu bir kediyle aynı sandığa kapatır ve kedinin, köpeğin gözlerini çıkarmasından zevk alırdı.
Ordudayken evlendi. En vahşi cinayetleri işlediği sırada bile normal bir koca ve baba gibi görünmeyi başarabiliyordu.
Onun şeytani bir libidosu vardı. Günde en az 6 kez Seks yapmak istiyordu.
İlk cinayetlerinde tamirci olarak gittiği evlerde tatlı diliyle kandırdığı orta yaşlı kadınları hedef aldı. Onlar tecavüz edip boğduktan sonra, vücutlarını kesiyor, cinsel organlarına şişe ve benzeri maddeler sokuyor ve boğmakta kullandığı naylon kadın çoraplarıyla çenelerinin altına bir çeşit fiyonk yapıyordu. Bu bir çeşit imzaydı.
1962’den sonra genç kadınlara yöneldi ve daha da vahşi bir hal aldı. Bir kadını yirmi kez bıçaklıyor, diğerini ise yatağın başucuna dayıyor, boynuna pembe bir fiyonk, cinsel organına süpürge sopası sokuyor ve sol ayağının dibine bir yeni yıl kartı bırakıyordu.
Yakalanma sebebi de ilginç doğrusu. Yine böyle bir kadını evde sıkıştırıp ellerini ayaklarını bağlamış ve eğer ses çıkarırsa onu öldüreceğini söyleyerek tehdit etmiş. Fakat bir süre sonra onu çözüp özür dilemiş ve oradan kaçmış, kadın polisi aramış ve bu vesileyle de yakalanmış duygusal katilimiz.
De Salvo Boston Canisi Cinayetlerinden değil, Yeşil Adam Tecavüzlerinden yakalandı. Eyalet akıl hastanesinde yatarken arkadaşlarına kadınları nasıl boğduğunu anlatmaya başladığında gerçek anlaşıldı. Ancak Boston Canisi cinayetlerinden ceza almadı. Maharetli avukatı F.Lee Bailey onu cinayet suçlamalarından kurtarmayı başarmıştı. Tecavüzlerden Ömür boyu hapis cezası aldı. Kasım 1973’te bir mahkum tarafından bıçaklanarak öldürüldü.












Kurbanları:
1. Anna Slesers 55 14th June 1962
2. Mary Mullen 85 28th June 1962
3. Nina Nichols 68 30th June 1962
4. Helen Blake 65 30th June 1962
5. Da Irga 75 19th August 1962
6. Jane Sullivan 67 20th August 1962
7. Sophie Clark 20 5th December 1962
8. Patricia Bissette 23 31st December 1962
9. Mary Brown 69 9th March 1963
10. Beverley Samans 23 6th May 1963
11. Evelyn Corbin 58 8th September 1963
12. Joann Graff 23 23rd November 1963
13.Mary Sullivan 19 4th January 1964






25 Kasım 2015 Çarşamba

Nikola Tesla

NİKOLA TESLA


Nikola Tesla, 1856 yılında, o dönemde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içindekiHırvatistan‘da doğdu. Sırp asıllı bir ailenin çocuğu olan Tesla’nın, altı dili çok rahat konuştuğu söylenir. Matematik, fizik ve mekanik okudu. Çalımalarınıysa elektrik üzerinde yoğunlaştırdı. O dönemde elektrik enerjisi henüz emekleme dönemini yaşıyordu. Tesla, Graz Teknik Üniversitesi ve Prag Üniversitesi’ndeki eğitimini tamamladıktan sonra bi süre Budapeşte’de telefon mühendisi olarak çalıştı. Yaşamının dönüm noktalarından biri, ABD’ye gitmesiydi. Tesla, ABD’deEdison‘un yanında çalışmaya başladı. O dönemlerde ampullerin içine koymak için akkor telini bulan Edison’la çalışmak, elektrik üzerine çalışmak isteyen birinin rüyası gibiydi. Tesla, ilgi duyduğu konuda çalışıyordu. Edison, o günlerde elektriğin aktarılmasıyla uğraşıyordu. Üzerinde çalıştığı konu, doğru akımın (DC) aktarılmasıydı. Ne var ki, doğru akım sürekli sorun çıkarıyordu. Edison, Tesla’yı yanına çağırdı ve sistemdeki sorunları çözerse kendisine büyük bir maddi ödül vereceğini söyledi. Tesla karşısına çıkan sorunları çözdüyse de Edison vaadettiğ ödülü vermedi. Bu, çalışmalarında yöntem farklılıklarından dolayı da anlaşamayan ikilinin arasının açılmasına neden oldu. Tesla, ödülünü alamadığı için istifa etti, Edison’sa bu davranışı hazmedemeyerek Tesla’nın çalışmalarını kötülemeye başladı. Tesla’nın bugün Edison kadar tanınmamasında bu çekişmenin rolü olduğu söyleniyor.
Tesla, Edison’un yanından ayrıldıktan sonra kendi laboratuvarını kurdu; elektriğin taşınması için Edison’unkinden çok daha iyi bir istem geliştirdi. Sistemde DC yerine yeriene alternatif akım (AC) kullandı. Tesla’nın geliştirdiği transformatörler yardımıyla elektriği ince kablolar üzerinden uzak mesafelere kayıpsız taşımak mümkündü artık. Oysa DC temeline dayanan aktarım sisteminde, çok yakın mesafelerde büyük bir elektrik santrali kurmak ve çok kalın kablolar kullanmak gerekiyordu.
Bu arada AC konusundaki başarıları, George Westinghouse adındaki bir girişimcinin kulağına gitmişti. Westinghouse, Tesla’yla bir sözleşme imzaladı. Tesla, tasarladığı ama parasızlık nedeniyle gerçekleştiremediği çalışmaları için bir anda nakit paraya kavuşmuştu.
Ancak, Edison’da DC sistemi için çok büyük yatırımlar yapmıştı. Tesla’nın AC sistemini yerden yere vurmak konusunda her fırsatı usatalıkla değerlendiriyordu. AC’nin, DC’ye oranla çok tehlikeli olduğunu öne sürüyordu. Tesla, bu karalama kampanyasına karşı kendi pazarlama kampanyasını başlattı. 1893’te Chicago’da düzenlenen Dünya Fuarı’nda (fuarı 21 milyon kişi ziyaret etmişti) AC’nin ne kadar güvenli olduğunu göstermek için, vücudundan geçirdiği elektrikle çok sayıda ampul yaktı. Daha sonra da kendi adını verdiği bobinleri kullanarak şimşek yaratı bunları izleyicilerin üzerine fırlattı. Hiç kimseye bir şey olmamıştı. Bu da, Tesla’nın sistemlerinin doğru kullanıldığında ve gerekli önlemler alındığında daha güvenli olduğunun kanıtlanması amacını taşıyordu.
Tesla, 1893 yılında, yani Macaroni’den iki yıl önce radyo dalgalarıyla ilgileniyordu. Ne var ki, radyo dalgalarını kullanarak iletişim kurmak yerine enerji iletimi sağlamayı hedefliyordu. Çalışmalarını, telsiz enerji iletimi üzerinde yoğunlaştırdı. Gerek Edison’un karalamaları gerekse Tesla’nın sıra dışı bir kişilik olması, basının Tesla’nın çalışmaları hakkında çarpıtılmış haberler yapmasına neden oldu. Tesla’nın deneyleri için paraya gereksinimi vardı. Ancak, onu destekleyenler, hakkında çıkan kötü sözler yüzünden ona verdikleri desteği bir bir çektiler.
Yüzlerce buluşu için patent almış, elektrik ve elektriğin kullanımı üzerine çığır açmış ve çağının ötesinde birçok çalışması olan Tesla, bir otel odasında yoksulluk içinde öldü

Sözleri Ve İddaaları


  • kadınların mücevheratını itici bulurdu 
  • uzayla iletişime geçtiğini iddia ediyordu 
  • erdemlerimiz ve kusurlarımız birbirinden ayrılamaz güç ve madde gibi onlar ayrıldığında insan bir hiçtir 
  • dünya buna hazır değildi zamanın çok ötesindeydi ama aynı kanunlar sonunda galip gelicek sonunda bunu büyük bir başarı yapacak.


BULUŞLARI



Dönen Manyetik Alan (1882) :  Tesla’nın ilk çığır açıcı buluşu, Hırvatistan’daki profesörünün ona doğru akım yerine alternatif akımla çalışan bir motor yapmanın imkansız olduğunu söylemesiyle ortaya çıktı. Tesla hocasının bu fikrinden emin değildi, bu nedenle kafasında bu denemeleri yaparak alternatif akımla çalışabilecek bir motor için dönen manyetik alan  tasarladı . Böylece alternatif akımla çalışan ilk motorun nasıl olabileceğini keşfetti. Gerçekten Tesla’nın bunları kafasında tasarlayıp oluşturması, hatta kafasında deneyler yapması ne kadar büyük bir zekaya sahip olduğunu gösteriyor.


 AC Motor (1883) : Tesla AC(alternatif akım) için olan bütün planları , ertesi yıl fiziksel modeli üretene kadar kafasında(beynini harddisk gibi kullanabilme yeteneğine sahipti)  taşıdı. Alternatif akım manyetik kutuplar hiçbir mekanik yardım olmadan sürekli değişir. DC(doğru akım) motorlarında bu nedenle motoru saran bir armatür vardır. İşte bu dönen manyetik alanı motorda pratik hale getirerek AC jeneratörler ve transformatörler yarattı.  



Tesla bobini (1890): Tesla’nın adını taşıyan bu bobin, Tesla’nın şovlarında kullandığı çarpıcı makinelerdi. Çok fazlı alternatif akımlar kullanarak çok yüksek voltajda şimşekler yaratabilen bir makinedir. Böylece fraktal şeklinde şimşekler yaratılabiliyor. Günümüzde eğlence ve gösteri amacıyla kullanılıyor. Hatta müzik bile yapanları var. 


Radyo (1897): Tesla ilk kez Houston Sokağı’ndaki (Newyork) laboratuvarından 40 km uzaktaki Hudson Nehiri’ndeki bir tekneye kablosuz iletim sağlamıştı. Bunun 1895’te yanan laboratuvarında yaptığı da düşünülüyor. Tesla radyo(telsiz) ilişkin antenlerden, radyo alıcılarına kadar herşeyi keşfetse de , radyo keşiflerini yakından takip ederek çalan Guglielmo Marconi tarafından bulunmuş gibi gösterildi. 1943’te ABD Yüksek Mahkemesi Tesla’nın patentinin önceliği olduğunu tanısa da , Marconi radyonun babası olarak bilinmektedir. Tesla’nın Marconi’nin patentlerini çaldığını bilmekteydi. Tesla Marconi için şöyle demişti, “ Marconi iyi bir adam. Bırakın devam etsin. Benim patentlerimin 17 tanesini kullanıyor,”demiştir. Tesla bu buluşunu ilk kablosuz tekneyi, floresan ve neon lambaları , toprakta yanan kablosuz lambaları ve Niagara’dan hidroelektrik güç elde etmek için kullanmıştı. Radar ve Emar(Elektro Manyetik Rezonans İndüksiyon) cihazlarında ve hatta Tesla’nın robotlarda bile payı var. Doğru akımın avukatı Thomas Edison, yıllarca Nikola Tesla’yı kötülemiştir. Alternatif akımı kötülemek için kasaba kasaba dolaşıp, alternatif akımla hayvanları öldürmüştür. Alternatif akım sayesinde bugün evlerimize kadar elektrik gelmektedir. Doğru akımla uzun mesafelerde elektrik taşımak oldukça maliyetli ve mümkün değildir. Tesla 7 Ocak 1943’te öldüğünde ünü solmuş, parası bitmişti. Her şeye rağmen insanlık onun buluşlarına ve teknolojisine pek çok şey borçlu.


Uzaktan radyo kontrolü

Sonradan, Telsiz denilen, radyo alanında Nikola Tesla'nın öncülüğü, Mors koduyla yapılan haberleşmeden de ileri gitti. 1898'de New York şehrinin Madison Parkı'nda (Madison Square Garden) telsiz ile uzaktan kontrollü, parlak bir gösteri düzenledi. Geleneksel Elektrik Fuarı'nın geliştiği yer ve genellikle Barnum-Bailey sirkinin çalıştığı büyük alanın ortasına büyük bir tank koydu ve suyla doldurdu. Bu küçük gölün üzerine, yüzmesi için, 1 metre uzunluğunda anten direği olan bir tekne koydu. Teknenin içinde bir radyo alıcısı vardı. Nikola Tesla, seyircilerin isteği doğrultusunda ileri gitme, sağa veya sola dönme, durma, geri gitme, ışıkları yakıp söndürme gibi çeşitli şeyleri uzaktan radyo kontrol sayesinde yaptı. Unutulmaz gösteri tüm seyircileri hayran bıraktığı gibi günlük gazetelerin ön sayfalarında yer aldı..

Yüksek frekans öncülüğü

Nikola Tesla, araştırmalarında yüksek gerilim ve yüksek frekansın bilinmeyen alanlarına daha çok yer verdi. Yüksek frekans cihazlarını kullanırken, bir elini daima cebinde tutardı. Bütün laboratuvar asistanlarına bu ön tedbiri almalarında ısrar ederdi ve bu kural, bugüne kadar daima gerilim bakımından tehlikeli cihaz etrafındaki uyanık araştırıcılar tarafından da uygulanmaktadır. O zaman yararlanılmamış olmasına rağmen, Nikola Tesla'nın yüksek frekans ve yüksek gerilim alanındaki keşifleri, modern elektroniğin yolunu açtı. Bir yüksek frekans transformatörü ile (Nikola Tesla Bobinleri - Nikola Tesla Coils) çıplak elinde tuttuğu gazlı tüpü yakacak şekilde vücudundan, zarar vermeden, yüksek gerilimli akım geçiriyordu. O günlerde Nikola Tesla, aslında neon tüpünün ve flüoresan tüpünün aydınlatmasını gösteriyordu.
Bazen, frekans aralığının alt ve üst kısımlarında yaptığı denemeler, Nikola Tesla'yı keşfedilmemiş bölgelere yöneltti. Mekanik ve fiziksel titreşimlerle çalışırken, Houston Caddesi'ndeki yeni laboratuvarının etrafında hakiki bir depreme neden oldu. Binanın doğal rezonans frekansına yaklaşan, Nikola Tesla'nın mekanik osilatörü, eski binayı sarsarak tehdit etti. Bir blok ileride, polis karakolundaki eşya esrarengiz bir şekilde dans etmeye başladı. Böylece, Nikola Tesla, rezonans, vibrasyon ve "doğal 7 periyot"a ait matematiksel teorileri ispatladı.


Dünya çapında telsiz

Long Island'ın tepelik bölümünde, Wardenclyffe yakınında yavaş yavaş yükselen garip yapı bütün seyredenlerin ilgisini çekerdi. Tek parça olması dışında, büyük bir mantara benzeyen yapı, yerdeki kısmı geniş ve 62 metre yukarısındaki tepe noktasına doğru daralan, kafes şeklinde bir iskelete sahipti. Tepede 30 metre çapında bir yarım küreyle örtülüydü. İskelet, bronzdan kalın civata ve bakır lambalarla birbirine bağlanmış, sağlam ağaç kolonlarından yapılmıştı. Yarım küre şeklindeki tepe, üstten yüzeysel olarak bakır bir elekle kaplıydı. Tüm yapıda demir metali yoktu.
Mimar Standford White, konuyla o kadar ilgilendi ki, en iyi yardımcısı W. D. Crow'u görevlendirerek proje işini ücretsiz yaptı.
34'üncü caddedeki eski Waldorf-Astoria otelinde oturan Nikola Tesla, her gün taksiyle, çarklı araba vapuruna binerek Long Island şehrine giderek, oradan da Long Island demir yoluyla Shoreham'e aktarma yaparak inşaata gidiyordu. Proje kontrolünün aksamaması için, trenin yemek servisi onun için özel yemek hazırlıyordu.
Büyük kulenin yakınında, 30 metre karelik tuğla bina tamamlandığı zaman, Nikola Tesla Houston Caddesi'ndeki laboratuvarını binaya taşımaya başladı. Bu sırada radyo frekans jeneratörleri ve onları çalıştıran motorların yapımında bazı gecikmelerle karşılaşıldı. Birkaç camcı, planları hazır olan özel tüpleri şekillendirmeye çalışıyorlardı.

Dünya'nın en güçlü vericisi

Yüksek gerilim ve yüksek frekanslı elektrik iletimi konusundaki araştırmalar, Nikola Tesla'yı Colorado Springs yakınlarındaki bir dağın üzerine Dünya'nın en güçlü radyo vericisini kurup çalıştırmaya yöneltti. 60 metrelik direğin etrafında, 22,5 metre çapında, hava çekirdekli transformatörü yaptı. İç kısımdaki sekonder 100 sarımlı ve 3 metre çapındaydı. Üreticisi, istasyondan birkaç mil uzaklıkta bulunan enerjiyi kullanırken, Nikola Tesla ilk insan yapımı şimşeği oluşturdu. Bir direğin tepesindeki 1 metre çaplı bakır küreden, 30 metre uzunluğunda, kulakları sağır eden şimşekler çaktı. 40 km uzaklıktaki kasabalarda bile bu gök gürültüsünün işitildiği kaydedilmiştir. 100 milyon Volt değerinde gerilim kullanılıyordu.
İlk denemesinde, vericideki güç jeneratörünü yaktı. Fakat tamir ederek 26 mil uzağa, gücü telsiz ile iletebilinceye dek deneylerine devam etti. O uzaklıkta, toplam 10 kW'lık 200 tane akkor ampulü yakmayı başardı. Daha sonra, kendi patentleriyle meşhur olan Fritz Lowenstein, Nikola Tesla'nın yardımcısı iken bu gösterişli başarıya şahit oldu.
1899'da alternatif akım patentleri için Westinghouse'dan aldığı paranın sonunu harcadı. Albay John Jacob Astor, onu mali yönden kurtarmaya geldi ve Colorado Springs'deki denemeleri için 30.000 dolar destek verdi. Sonra bu para da bitti ve Nikola Tesla, New York'a geri döndü.
J.P. Morgan, gösterişli başarıları ve şahsiyeti dolayısıyla, Nikola Tesla'nını hayranı olmuştu. Nikola Tesla, kısa zamanda J.P. Morgan'ın sürekli misafiri oldu. Kusursuz giyinişli, birkaç dilde yaptığı kültürlü konuşması ve medeni davranışıyla gösterişli centilmen Nikola Tesla, New York sosyetesinin gözdesi oldu.

İyonosfer çalışmaları, radar ve tribünler

Nikola Tesla Dünya'nın katmanlarından biri olan iyonosferin insanlığın yararına kullanabileceğini söyleyen ve bunu ispatlayan bilim adamıdır. İyonosfer, 19. yüzyılda keşfedilmiştir, Dünya'nın üzerinde bulunan üçüncü sıra katmandır ve Nikola Tesla'yı ilgilendiren en önemli özelliği elektrik enerjisinin ve radyo, ses ve elektro manyetik dalgaların kablosuz olarak çok uzak bir noktadan diğer noktaya taşımasını sağlamaktadır.
Nikola Tesla, iyonosfer ile ilgili çok fazla araştırma yaparak ilk radyo yayın merkezi ve kablosuz elektrik taşıma merkezi olan Shoreham, Long Island'da 1901 ile 1905 yılları arasında Wardenclyffe Kulesi'ni inşa etti.

Radyo frekans alternatörü

1890'da Nikola Tesla yüksek frekans alternatif akım üreteçlerini yapmıştı. 184 kutuplu olan bir tanesi 10 kHz'lik çıkış veriyordu. Daha sonra, 20 kHz'e kadar yüksek frekansları elde etti. Ancak on yıl kadar sonra 50 kW çıkışlı radyo frekans üretecini Reginald Fessenden geliştirdi. Bu makine, General Electric tarafından 200 kilo Watt'a çıkarıldı ve Fessenden'in ilk alternatörlerini kuran, çalışmasını kontrol eden adamın adı verilerek, Alexanderson alternatörü satışa çıkarıldı.
Hemen hemen dünya kablolarının çoğunu elinde tutan İngiliz iş adamlarının, bu makineye ait patentleri elde etmek üzere olduklarını görünce, ABD Donanması'nın acele çağrısıyla "Radio Corporation of America (RCA)" şirketi kuruldu. Yeni firmanın 1919'da kurulmasıyla, Marconi Wireless Telegraph Co. of America firmasının güçlü fakat yetersiz, Marconi kıvılcımlı vericileri, çok başarılı olan radyo frekans alternatörleri ile yer değiştirdiler.
Birincisi N.J. New Brunswick'te kuruldu. 200 kilo Watt'da ve 21,8 kilo Hertz frekanslı titreşim oluşturdu ve ticari işte kullanıldı. Bu ilk, sürekli, güvenilir Atlantik aşırı radyo servisiydi. Bu alternatörler, Nikola Tesla'nın kulesinin yerine, radyo merkezinin tüm güçlerini sağladı. Böylece Nikola Tesla'nın Dünya çapında telsiz hayali, 30 yıl sonra, icat ettiği vericinin kullanılmasıyla yeniden gerçekleştirildi.
Tesla'nın ölümünden 5 ay sonra Amerikan Yüksek Mahkemesi daha önce Amerikan Patent Ofisi tarafından Marconi adına onaylanan kablosuz iletişim tekniğinin geçersiz olduğuna ve patent hakkının Nikola Tesla'ya ait olduğuna karar vermiştir.

Uzaktan kumanda, kozmik ses dalgaları ve uzay

1898 yılında ilk defa uzaktan kumanda ile yönetim sistemini bir araca uygulamıştır. Mayıs, 1898'de Madison Square Garden'da dünyaya bu buluşunu tanıtmıştır. Bahsi geçen araç su üstünde haraket eden ve uzaktan kumanda ile yönetilebilen bir bottur. Projelerinin tanıtımında afili yöntemler uygulayan Nikola Tesla'yı izleyen herkes Nikola Tesla'nın bunu beyin gücüyle yaptığına inanmıştır. Daha sonra Nikola Tesla uzaktan kumandayı açıklamıştır.
Bir sene sonra Nikola Tesla uzaydaki hayatın varlığı ile de yakından ilgilenmiş. Dünya'da ilk defa 1899 yılının Mart ayında kendi laboratuvarından uzaya ses dalgaları göndermiştir. Uzaydan kozmik ses dalgalarının kaydını yapmıştır. Bunun duyurusunu yaptığında bilim çevresinden ilgi ve destek görememesinin sebebi o yıllarda kozmik radyo dalgalarının bilim camiasında yeri olmamasıdır.


Tesla Hakkında Çok Güzel Bir Kitap Tavsiye Ederim


Tesla Yıldırımların Efendisi adlı belgeselide izleyebilirsiniz.



Ermeni Soykırımı Yalanı

ERMENİ SOYKIRIMI YALANI !

Ermeni sorunu var mıdır? 










Dünyayı ayağa kaldırma gayretindeki diaspora tarihi gerçekleri çarpıtıp ABD-AB parlamentolarından siyasi kararlar çıkarma oyununu sürdürmektedir… 

ABD temsilciler meclis komitesindeki rezalet karar yalanın tescili olmuştur. 

1915 tarihinde yaşanan olayları sebepleriyle değerlendirmekten kaçınan önyargılı yaklaşımlarla Osmanlıyı bölmeyi amaçlayan Emperyalist oyun sürdürülmek istenmektedir… 

Ermenilerin o dönemde egemenlik haklarının ihlal edildiğini söylemeleri zaten bir hayal değil mi? 

İddialarda yer alan köklü bir yer ve tarih yoktur. 

Zaten Ermenistan diye bir bölgenin zabıtlara geçmesi “Ayastefanos” anlaşmasıyla olmuştur.

1877–1878 Rus savaşı sonrasında Rusların boşalttığı bölgede yaşam alanı oluşturmuştur… Ermenilerin bağımsızlık hayalini başlatan süreçte bu tarihte başlamıştır. 

Berlin anlaşması ile de Rus ve İngilizler tarafından kullanılan Ermeniler hep kullanılan taraf olmuşlardır. 

Sözde Ermeni soykırımı yalanı ile başlayan süreçte bu propagandanın ürünü olup gerçekte böyle bir mesele bulunduğu söylenemez… 

Ermeni sorunu dedikleri aslında Emperyalizmin Osmanlı devletini yıkma ve paylaşma politikasının uzantısından başka bir şey değildir… 


Ermeni tarihi nedir? 

Kısaca bakalım; Ansiklopedik ve bazı yazılı kaynaklarda Erivan,Nahcıvan ve Rumiye gölü çevresi ile Mako bölgesine yukarı memleket anlamına gelen Ermenia, bu yörede konuşlanmış halka ise Ermeni denildiği yer almaktadır… 

Ermeni tarihçilerin bir kısmı Hititlerden olduklarını savunurken, diğer kısmı ise Nuh’un oğlu Hayk’a dayandırmaktadır. 

Ermeni tarihçilerin bile kökenleri konusunda fikir birliği sağlayamadıkları görülmektedir. 

Böyle bir çelişki elbette Tarihte yaşamış Ermeni nüfus rakamları konusunda da çelişkiler ortaya çıkmaktadır. 

Tarihsel kesitlere bakınca, Ermenilerin sırasıyla, Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hâkimiyeti altında yaşadığı bilgisine ulaşılmaktadır… 

Ermeni Halkının insanca yaşama hakkına erişmesi Selçuklu Türkleri döneminde olmuştur. 

Fatih Döneminde Din ve vicdan hürriyeti verilerek, cemaatin din işleri için patriklik kurulup, din adamlarının kendileri tarafından seçilmesine izin verildiği görülmektedir… 

Anadolu’nun Türk idaresine girmesiyle İnsani yaşam standartları gelişmeye devam etmiştir. 

Mesela; kendi dillerini tam serbestlikle konuşmaya devam etmişlerdir. 

Ermeni adlarının serbestçe kullanılmasına izin verilmiştir. 

1567 yılında İstanbul’da Sivaslı bir Ermeni olan Akpar adlı bir papaza matbaa kurma izni verilerek 1910 yılına gelinene kadar Ermenice 5 gazete ve 7 dergi çıkarılmasına 

Kadar özgürce yaşam süren Ermeniler Osmanlı hoşgörüsünden memnun kalmışlardır… 

O dönemde Askerlik ve Vergiden kısmen Muaf olan Ermeniler ticaret sanat ve tarım alanında önemli görevlere bile yükselmişlerdir.,. 

Osmanlı döneminde Ermeniler, bu hoşgörüye karşılık vermiş oldukları hizmetten dolayı “millet-i sadıka” olarak adlandırılmıştır… 

Günümüze gelinceye kadar geçen süreçte Ermeni halkının hiçbir sorunu olmadığı gibi Türkiye’de çözüm bulamadıkları hiçbir meselede olmamıştır. 

Ermeni diasporasının iftiradan sonuç çıkarma oyunu sürerken, Soykırımı yalanı konusunda bazı parlamentoların aldığı tanıma kararlarının da oralarda içi siyaset malzemesi yapıldığı açıkça görülmektedir. 

Yani Diasporanın ince hesapları Ermeni halkının kullanılmasına sebebiyet vermektedir… 

Ermeni sorununun çıkışı! 

Yıl 2008… 

Ermeni soykırım yalanı ile hortlatılan sorunun ortaya nasıl çıktığına göz atalım… 

Çünkü bu meselenin ne tür çıkar kaygılarıyla ortaya çıkarılıp, mesnetsiz iftiraların nasıl ortaya atıldığına ışık tutmak için Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihsel sürecine göz atmak gerekmektedir… 

Osmanlı döneminde misyoner okullarının kurulması için Avrupa’nın müdahalesine maruz kalınınca ilk ciddi ilişki bozukluğuna sebep olmuştu. 

O dönemin Avrupalı yöneticileri Ermenileri Türk toplumundan koparma sevdasına düşmüş, “Islahat” adlı proje ile Osmanlının içişlerine karışmayı ve Ermeni komitelerini Osmanlıya karşı kışkırtmayı silahlanmaya hatta karşı koymaya dönüştürmeye kalkışınca Ermeni meselesi denen sorun ortaya çıkmıştır… 

Diasporanın sözde iddiaları… 

Ermeni topraklarının ellerinden alındığı söylenmektedir… 

Türkler, 1877–78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katletmiştir… 

Talat Paşanın gizli katliam emri verdiği yalanı iddia edilmektedir. 

Soykırıma uğrayan nüfusun 1,5 milyon olduğu iddialar arsındadır. 

Türkler, 1915 yılından itibaren planlı soykırımı yapmıştır. İftirası ise sürdürülmektedir… 

Ermeni nüfusu? 

Ermeni patrikhanesine göre, 2,5 milyondu… 

Lozan konferansı heyetine göre 2,2 milyondu… 

Fransız sarı kitabına göre 1,5 milyondu… 

Britannica’ya göre 1,5 milyondu… 

İngiliz klasik yıllıklarına göre 1 milyon… 

Osmanlı resmi arşivi1893 sayımına göre 1.001 milyon kişidir… 

1906 sayımında 1.120 milyon,1914 istatistikînde ise 1,221 milyondur. 

Bu resmi sonuçlara göre, Ermeni halkının tüm dönemlerde 1,250 milyon nüfusu geçemediğine göre Ermeni diasporasının 1,5 milyon ermeni soykırımına uğradı diye yaygara yapması kocaman bir yalan değil ise nedir? 

Kaldı ki Tüm sayımları yapan İstatistik kurumun başında bulunan kişi ise1897–1903 yılları arasında Mıgırdiç Şınapyan isimli ermeni bir vatandaştır… 

1903–1908 yıllarındaki istatistik ise Robert isimli bir Amerikalı uzman tarafından yapıldığı söylenmektedir… 

Olmayan nüfusun katledildiğini iddia etmek bilime mantığa aykırı bir durumdur. 

Ermeni çeteci isyan ve katliamlar 

Berlin anlaşmasını izleyen dönemde Ermeni örgütler Batılı güçlerce silahlandırılıp desteklenerek Anadolu ve Çukurova’da yer altı faaliyetleri sergilemiştir. 

Batılı devletlerde Osmanlı hükümeti üzerinde baskı kurmaya başlamışlardı. 

Rus kışkırtmaları artınca İngiliz ve Fransızların Ermeniler üzerindeki ilgisi artmıştı. 

Doğu Anadolu’daki batılı diplomatların misyonerlik faaliyetleri armış, oralara Protestan misyonerler gönderilmişti. 

Tüm bu faaliyetler ve kışkırtmalar Osmanlının hoşgörü ve güvencesinde yaşayan Ermeni nüfus tarafından destek görmeyince isyan yanlısı komitacı çeteler başarılı olamamıştır. 

Bu plan tutmayınca Rus Ermenilerine kurdurulan Hınçak ve Taşnak komiteleri birbirini izleyen bir dizi ayaklanma girişiminde bulunmuştu. 

Yakıp yıkma faaliyetleri artmıştı. Askerde olan kişilerin aileleri taciz edilmekteydi. 

İlk İsyan 1890 da Erzurum’da gerçekleşti. 1892–93 de kayseri, Yozgat, çorum ve Merzifon olayları olmuş. 

1894 Sasun isyanı ile izleyen zamanlardaki Van isyanı ve Osmanlı bankasının işgalini, 1905 Sultan Hamit suikast girişimi ve 1909 Adan isyanı izlemiştir… 

Bu isyanların tümünün Osmanlı kuvvetlerince bastırılması propaganda maksatlı olarak “Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor” mesajıyla verilince sorun boyut değiştirerek iftira ve yalan dönüşmüş müdahale çağrıları yapılmıştır. 

O dönemde Ermeni propagandasının Batıya yayılmasını sağlayan misyonerlerin şimdi de piyasaya çıkması bu oyunun bugün de sürdüğünü göstermektedir… 


24 Nisan 1915 süreci nedir? 

24 Nisan 1915 tarihi neyi ifade etmektedir. 

Soykırım yalanına “temel” tutulan bu tarih neden önem kazanmıştır… 

Osmanlı hükümeti çetecilerin çıkardığı Dışarıdan desteklenen isyan ve katliamlar karşısında, Ermeni din adamları ile Ermeni halkının sözcülerine bu tutumu sürdürmeleri halinde önlem alınacağını önceden duyurmuştu… 

Bugün olduğu gibi Olayları tırmandırmayı sürdüren çetecilere karşı cephe gerisinde kalan çoluk çocuk ve yaşlı halkın can güvenliğini temin etmek için 24 nisan 1915 de Ermeni komiteleri kapatılarak, 2345 kişi Devlet aleyhinde faaliyet göstermekten tutuklanmışlardır… 

Ermeni diasporasın her 24 Nisanda ortaya attığı inanılmaz iddianın sebebi budur. 

Tehcir kanunu nedir? 

Osmanlı hükümetin kanuna dayandırdığı bu uygulama aslında keyfi değil zorunluluktan ortaya çıkmıştır. 

Bu kanunun özü Savaş hallerinde iç güvenliğin temini ve yönetime karşı tutum izleyenlere karşı alınacak askeri tedbirleri içermektedir. 

Bazı Ermeni çeteciler tutuklanınca 24 Mayıs 1915 de Rusya, İngiltere ve Fransızların yayınladı ortak bildiri ile Anadolu’da Ermenilerin öldürüldüğünü iddia etmiş bu olaylardan Osmanlı hükümetini sorumlu tutacakların açıklamışlardır. 

Konunu böyle bir boyut kazanmasıyla Daha önceden taslak haline getirilen Tehcir kanunu Metni Talat Paşa Tarafından Başvekâlete gönderilmesiyle bu metin Mecliste usul-ü karara bağlanmıştır. 

Böylece 27 Mayıs 1915 günü çıkan “yer değiştirme kanunu” 1 Haziran 1915 günü dönemin Takvim-i vakayi gazetesinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 

Kanunun içeriğine bakınca herhangi etnik grup ve zümrenin zikredilmemiş olması kanun kapsamının devlete karşı gelen kim olursa olsun uygulanacağı teminatını vermiştir… 

Kanunun; 

Maddesi: Devletin güçlerine ve kurulu düzenine karşı muhalefet, silahla tecavüz ve mukavemet görülürse şiddetle karşı konulması ve imha edilmesi. 

Silahlı güçlere yönelik “casusluk ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasabaların” başka bölgelere yerleştirilmesi, 

Kanunun yürürlülüğü ve uygulanmasıdır… 

Görüldüğü gibi bu kanun devletin güvenliğini sağlamak amaçlı bir yetki kanunudur… 


Tehcir neden yapılmıştır? 

1 Haziran1915 tarihinden sonra yer değiştirme kanunu olarak uygulanan Tehcir aslında saldırgan tutumun sürmesi sonucu uygulanmıştır. 

Yakıp yıkan çetecilerin halka zarar vermemesi ve sakince yaşayan insanların saldırıya maruz kalmaması için yapılan bir önlemdir… 

Dünya savaşı sürerken halkının güvenliğini tesis eden bu uygulama aslında güvenlik gerekçesiyle yapılmış bir uygulamadır. 

Hatta Hasta özürlü ve Devletine sadık kalan Bankacı, subay, görevli hiçbir Ermeni vatandaş zorunlu göçe tabi tutulmamıştır. 

Van Bitlis, Erzurum’dan çıkarılan Ermeniler güney ve batı ya gönderilmiş, bu göç sırasında ise kimse ölmemiştir. 

Batılı istatistikçilerin o dönemde ortaya koyduğu Ermeni nüfusunun tamamı 1,2 milyon civarındayken Tehcir sırasında soykırım yapıldığını iddia edenlerin “1,5 milyon kişi katledildi” yalan ve yanılgısını göstermektedir… 

Yer değiştirme sırasında soykırım maksadı ile Osmanlı ordusu tarafından öldürülen tek bir ermeni vatandaşının olduğu tarihin hiçbir kesitinde yoktur… 

Öldüğü iddia edilenlerde isyana kalkışan çetecilerdir… 

Yer değiştirmeye tabi tutulan nüfus; 82,800 İstanbul, 60.100 Bursa, 4548’i Kütahya, ve 20,237 si Aydın olmak üzere Toplam 167,778 kişidir. 

Tüm bu göçler sırasında yabancı diplomatik gözlemciler bulunmuştur. Ve usulüne uygun yapılmıştır. 

Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Natan’ın 30 Agustos 1915 de Amerikan Büyükelçisine gönderdiği raporda, Tarsus’tan Adana’ya kadar olan güzergâhın Ermenilerle dolu olduğunu; Kalabalığın olağan sıkıntılar yaratmasına rağmen Hükümetin son derece intizamlı tutumu sayesinde şiddet ve düzensizlik olmadığını yoksullara yardım edildiğini raporunda belirtmiştir. 

Talat paşanın Telgrafı? 

Sözde Ermeni soykırımı iddiasını ortaya atan Diaspora ve cahiliye takımı Talat paşanın gönderdiği şu telgraf metnini iddialarına kaynak yapmaktadır; 

İşte telgrafın metni; “ Ermenilerin bulundukları yerden çıkarılarak tayin edilen bölgelere sevklerinden hükümetçe takip edilen gaye, bu unsurun hükümet aleyhine faaliyette bulunmalarını ve bir Ermenistan hükümeti teşkili hakkındaki emellerini temin edemeyecek hale getirilmelerini temin etmektir. 

Bu kimselerin “imhası” söz konusu olmadığı gibi, sevkiyat esnasında kafilelerin güvenliklerinin sağlanması ve muhacirin tahsisatından sarfiyat yapılarak iaşe ve her türlü tedbir alınmalıdır… 

Talat paşanın emri budur… Bu telgraf bırakın katliam yapmayı bilakis korumayı amaçlamaktadır. 

Talat paşaya atfedilen sahte belgeler bir soykırım suçlusu yaratmak için üretilen sahte belgelerdir… 

Görüldüğü gibi diosporanın belge dediği yalan ve iftira belgesinin aslında Göç eden ermeni nüfusun her türlü ihtiyacı bile göçmen genel müdürlüğü bütçesinden karşılanmıştır. 

Bu rakamlara dikkatle bakalım; 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılında 230 milyon harcandığı belgelerde göze çarpmaktadır. 

Göç esnasında ise tüm mallarının ve hayvanlarının beraberinde nakledilmesi de karar bağlandığı görülmektedir. 

Peki bu kadar hassasiyetli bir göç için Talat Paşa neden katliam emri versin, bu tez aklın ve mantığın alamayacağı bir iftiradır… 

Ermenilerin yerleştiği yerler 

Zorunlu göç kanununa tabi tutulan 438.758 kişi Musul’un güneyi, Urfa, Adana, Halep’in doğu ve Güneydoğusuna yerleştirilmiştir… 

Yeni yerleşim alanlarının Bağdat Demiryolunun 25-30 Km uzağına ve Bölgedeki Müslüman Nüfusun sayısın geçmemek şartıyla yerleştirilmiştir… 

Yerleşkelerin 50 haneden fazla olmamasına dikkat edilerek güvenlik içinde yaşamları temin edilmiştir.,. 

Ermeni Diasporasının Abarttığı Ermeni Nüfusunun görüldüğü gibi tamamı göçe tabi tutulmamıştır. 

Bu sevkler sırasında 56 bin kişi öngörülen bölgelere ulaşamamış, bu kişilerin 500 kişisi Erzurum Erzincan arasında, 2000 kişisi Urfa Halep arasındaki eşkıya tarafından, 2000 civarında göçmen ise Arap aşiretleri ve çeşitli münferit kişilerce öldürüldüğü ifade edilmektedir. 

Yerleşim bölgelerine ulaşmadığı düşünülen 16000 kişi ise Tehcirin durdurulması sonucu kendi diledikleri bölgelere gitmişlerdir… 

Tüm bu gelişmeleri değerlendirdiğimizde sistemli bir katliama ve soykırımından söz etmek cehalettir. 

Dışarı kaçan Ermeniler vardır! 

Resmi kaynaklar ile Araştırma yaparken incelediğimiz belgelerden Zorunlu göçe tabi tutulan fakat bölgelerine intikalden kaçan bir çok Ermeni vatandaşın Rusya, Batı ülkeleri ve Amerika’ya kadar uzanan bölgelere kaçak yollardan intikal ettikleri de anlaşılmaktadır. 

O dönemde Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000 civarında askerin Rus ordusuna katıldığı, hatta 50000 civarında Ermeni gencinin ise Amerikan ordusunun gözetiminde Türklere karşı savaşmak için eğitim aldıkları kaynaklarca iddia edilmektedir… 

Amerika’da yaşayan Bir zat’ın Elazığ Dava Vekili Murad Muradyan’a yazdığı mektupta bu neviden bilgiler bulunmaktadır. 

Bu tür belgelerden anlaşılan Osmanlı vatandaşı birçok Ermeni’nin Savaştan önce Ecnebi diyarlara dağıldığı anlaşılmaktadır. 

Hatta Artin Hotomyan Adlı bir Ermeni’nin 19 Ocak 1915 de Amerika’dan Emniyet güçlerine yazdığı mektupta Yasadışı yollardan on binlerce Ermeni’nin yurt dışına kaçırıldığına yönelik itiraflarda bulunduğu söylenmektedir… 

1918 yılında, Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşanın Fransız Dışişleri Yüksek yetkili Bakanı Monseiur Gout’a gönderdiği raporunda; 

Kafkasya’da 250.000, İran’da 40,000, Suriye’de 80,000,Musul-Bağdad’da 20,000 olmak üzere toplamda 390,000 kişinin Türkiye’den ayrıldığını, münferit sürgünlerle birlikte 650-700 Ermeni’nin çeşitli bölgelere gittiğini ifade etmiştir… 

Sonuç olarak; zorunlu göçe tabi tutulan 400 kişi ile kendi isteğiyle ayrılan kişileride hesaba katarsak, Sağ salim yaşayan nüfus ile 1914 sayımlarında elde edilen rakamlarla birlikte değerlendirilince, Soykırım iddialarının dayanaksız olduğu anlaşılmaktadır. 

Tabloyu genelleştirirsek; Göçle veya kendi iradesiyle ayrılanlar ve gittikleri bölgeler Şöyledir; Kafkasya 345,000 kişi, Suriye 140,000, Yunan yarımadası 120,000, Bulgaristan 40,000, İran, Lübnan, Mısır, Irak, Ürdün, ABD ve Fransayı da ilave edersek 850–900 Ermeni’nin gittiği anlaşılmaktadır. 

1914–1918 istatistiklerine göre 1.221.000 toplam nüfus olduğuna göre, Katliamda söz etmek mümkün değildir… 

Devlet saldırıları bilakis önlemiştir! 

Araştırmamızın Başında söylediğimiz gibi amacımız kimseyi yargılamak elbette değil sadece araştırmamıza konu olan sözde soykırım iddialarının dayandırılmak istenen tarihi gerçeklerden inceleme yaparak bir kanat oluşturmaktır. 

Bakınız; Bu göçleri sadece tarihi belgelere göre değil zamanın şartlarına göre de değerlendirmek gerekmektedir. 

Mesela 8 Ocak 1915 tarihli bir telgraftan anlaşılan şu; Halep’e 1 saat mesafede Meskene’ye kadar olan bölgede Arap eşkıyasının gasp amacı ile saldırdığı göçmenlerden ölenlerin olduğu anlaşılmaktadır. 

Bu ve buna benzer eşkıyalıkların olduğu tarihi bir gerçektir. 

Osmanlı Hükümeti bir yandan cephede savaşırken, diğer tarafta kafilelerin güvenliğini sağlamak için azami gayret sarf etmiştir. 

Hatta görevlerini savsaklayan, kötüye kullanan görevlileri tespit için özel komisyon kurmuş, Bu görevlilerden suça iştirak eden varsa Divan-ı Harp’e sevk etmiştir. Bazıları da ağır cezalara çarptırılmıştır… 

1919 da Göçebeler geri çağrılmıştır! 

Techir’in uygulanması 8 Şubat 1916’da durdurulmuştur. 

Birinci Dünya savaşının sona ermesinin ardından, Güvenlik amacı ile yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin istedikleri zaman istedikleri yere geri dönenebilecekleri konusunda kararname çıkarılmıştır. 

1919 da Başbakanlığa gönderilen yazıda her isteyenin istediği yere nakledilmesi sağlanacağı belirtilmiştir. 

İftira bir kampanya’ya dönüşmüştür. 












Ermeni tezlerine bakınca tamamen kurgu ve çarpıtmanın Batılı güçlerce de desteklendiği anlaşılmaktadır. 

Mesela, Osmanlı Hükümeti’nin yer değiştirme uygulamasını büyük bir titizlikle ve iyi bir şekilde yaptıklarını raporlarında belirttikleri halde Batı basını Olayları saptırarak vermeyi tercih etmiştir. 

Niteki Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Natan sevkiyatın son derece düzen içinde yapıldığını raporladığı halde, İstanbul Elçisi Morgan Tou Olayları gerçeklere ters şekilde ülkesine bildirmiştir. 

Sonuçta Amerikan kamuoyu bu iftirayı Türkler aleyhine değerlendirmiştir. 

Ayrıca, İngiltere de Ermeni olayları hakkında yayınlanan Mavi kitapta Osmanlı ülkesinde bulunduğu savunulan Bir milyon sekiz yüz bin Ermeni’den üçte birinin katledildiği savunulmuştur. 

Bu çarpıtmaları dayanak yapan Diaspora gerçek tarihi araştırıp olaylarla birlikte değerlendirmek yerine İftiradan siyasi sonuç çıkarma yolunu seçmiştir. 

Günümüze gelince Birçok Parlamentolar bu iftiraların ışığında siyasi kararlar alarak Ülkelerindeki Ermeni nüfusun oylarına göz dikmişlerdir. 

Bu “ahtapotvari” tertip şimdi de sözde aydınları motive ederek özür kampanyaları tertiplemektedir. 

Ermeni hükümeti ile diasporasının izlediği bu yol kargaşadan sonuç çıkarma girişi olarak algılanmaktadır. 


Diaspora şiddet kullandı! 

Türkiye açısından bu meselenin başka bir boyutu da vardır. 

Ermenilerin Türklere karşı silahlı terör eylemlerine başlamasının Başlangıcı olarak kabul edilen 1905 de II. Abdulhamit’e yapılan bombalı saldırıdır. 

Terör ve şiddetten beslenerek stratejik bir hedef tasarlayan Diaspora kurduğu Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak ihtilal komitesi,Silahlılar cemiyeti,Ermenistan doğu cemiyeti, gibi ayaklanmaları planlayan terör örgütleri tesis etmişlerdir. 

Cumhuriyetin ilanına kadar olan zaman diliminde kanlı eylem ve ayaklanmalara girişmişlerdir… 

1965 yılına kadar sakin bir dönem geçmiştir. 

Bu tarihten sonra yeniden ortaya çıkan isyancı ve kopuntu lobiler 1972 ye kadar Türk diplomatlarına suikastlar yaparak Batılı ülkelerde anıtlar dikmeye başlamışlardır. 

Terörü özendiren ve eylemleri planlayan Hınçak ve taşnak örgütlerinin uzantısıdır. 

Bu dönemde değişen strateji ile “ASALA” Terör örgütü sahneye çıkarılmıştır… 

ASALA terörün en acımasız ve Barbar yöntemlerini kullanarak insanlık dışı eylemler planlarken en büyük destekçileri hınçaklar olmuştur. 

Doğu Ülkeleri ile Avrupa, Suriye, Yunanistan da üstlenen Terör gurupları Kıbrıslı Rumları da kullanarak insanlık dışı eylemlere imza atmışlardır. 

1980 e kadar sürdürdükleri İnsanlık suçu eylemleri Dünyadan yükselen tepki üzerine PKK ile işbirliği yaparak strateji değiştirmek zorunda kalmışlardır. 

En somut örnek; PKK 21-28 Nisan 1980 tarihini “Kızıl Hafta” olarak ilan edip,24 Nisan Tarihini de Ermenilerin sözde katledilme günü olarak anarak toplantılar yapmaktadır. 

8 Nisan 1980’de Lübnan’ın Sidon kentinde PKK-ASALA Terör örgütleri toplanıp ortak bildirge yayınlama girişiminde bulunmuş, tepkiler üzerine bu ilişkinin gizli seviyeye çekildiği söylenmektedir… 

4 HAZİRAN 1993 Tarihinde; Ermeni Hınçak partisi ile ASALA ve PKK terör örgütleri Batı Beyrutta PKK merkezinde toplantılar yapmışlardır. 

Günümüzde süren terör olaylarında yakalanan bazı şahısların Ermeni asıllı çıkması bu ilişkileri doğrular niteliktedir. 

Rusların terk ettiği bölgeye stefanos anlaşmasıyla yerleşen Ermenilerin Devlete dönüştüğü bilinmektedir. 

Şimdi Büyük Ermenistan hayali ile genişleme ve intikam nutukları atan aşırı uçtaki diasporanın iftira yöntemi ile yeni bir terör yöntemi denediği değerlendirilmektedir. 

  

Peki, soykırım nedir? 

Osmanlı hükümetinin kanun kapsamında yabancı gözlemcilerin de gözleri önünde yaptığı “Tehcir” yıllar sonra hasım devletlerce Sözde Soykırım olarak neden değerlendirilmektedir? 

Ermeni lobileri neyin peşindedir? 

Diaspora Ermeni halkını oy uğruna Emperyal güçlere pazarlıyor mu? 

Peki, Tüm bu soruların oluşmasına sebep olan iftira kampanyalarına meze edilen soykırım nedir? 

Soykırım; “Irk, Millet, Etnik ve Din farklılıkları nedeniyle İnsan guruplarını sistematik olarak ve DEVLET eli ile yok edilmesi eylemidir” 

Bu suç direk olarak ancak Hükümet tarafından direkt olarak işlenebilir. 

Tarihi veriler ve yaşanan olaylar ile Yabancı gözlemcilerin araştırmaları birlikte değerlendirildiğinde O dönemde Osmanlı Hükümet ve görevliler intizam ve güvenliği sağlamak için Azami gayret göstermiştir… 

Bu elçilerin raporlarıyla sabittir. 

Kaldı ki!, Birleşmiş milletler soykırım suçunu önlemek amacı ile 1948 de “Soykırım sözleşmesini” kabul etmiş, Türkiye 1950 bu sözleşmeye taraf olmuştur. 

Soykırım denince Nazilerin etnik guruplara ve Yahudilere yaptığı kitlesel kıyım akla gelmektedir. 

1939-45 arası dönemde 5-6 milyon Yahudi, 3 milyon Sovyet tuksak, 1 milyon Yugoslav ve Polonya halkı ile 200 civarında Çingene kıyıma uğramıştır soykırım bu değil midir?... 

Soykırım suçu gerçek manada bu olaylarda işlenmiştir. 

Ermeni diasporasının yalanlarının aksine 1915 de Ermeni halkı güvenlik amacı ile güvenli bölgelere nakledilmişlerdir. 

Bu nakillerde kanun ile icra edilmiştir. 

O dönemlerde bazı bölgelerde ölümler olmuştur. Ancak bunun sebebi Katliam değil, dönemin Şartları hastalıklar, savaş ve isyanlar ile araç, yakıt, gıda yetersizliği, iklim koşulları ve Arap eşkıyalarının gasp girişimleridir… 

Osmanlı Hükümeti maksimum çaba göstermesine rağmen birkaç bin ölüme mani olamamıştır… 

Bu ölümlerin hiç birinde ne kasıt ne de katliam söz konusudur. 

İddiaların hukuki yönü nedir? 

Soykırım suçu hukuki bir terimdir. 

Bu suçun kapsam ve çerçevesi 9 Aralık 1948 tarihli suçu önleme ve cezalandırma sözleşmesi ile çizilmiştir. 

Suçun niteliğe ve sözleşmenin kapsamı incelendiğinde böyle bir suçu Tüzel kişilikler değil, gerçek şahısların suçu işleyebileceğini göstermektedir. 

Bu suçu ortaya çıkaracak yetkili merci ise suçun işlendiği ülkenin bağımsız mahkemeleridir. 

Sözleşmenin 9. maddesi devletin bu alandaki sorumluluğundan bahsetmektedir. 

Ancak burada sözü edilen taraflar arasında sözleşmenin yorumu, ve uyuşmazlık olması durumudur. 

Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa meselenin götürüleceği yer Adalet divanıdır. 

Bu çerçeveye rağmen Bazı ülke parlamentolarının, Eyalet meclislerinin ve Avrupa parlamentosunun yetkilerinin bulunmamasına rağmen, kendilerini yargı kurumu yerine koyup iftiradan hüküm tesis edip soykırım suçuyla alakalı siyasi kararlar çıkardığı görülmektedir… 

Bu mesele Birleşmiş milletler Alt komisyonunda bile görüşülerek sunulan whittaker raporunu kabul etmemiştir. Sadece not etmekle yetinmiştir. 

Diplomasi bilenler anlayacaktır ki, bunun anlamı ret etmektir…. 

Böyle açık bir ret kararına rağmen bu meseleyi kara bir propagandaya dönüştüren Ermeniler bu not halini kabul edilmiş gibi telafuz ederek yalanlarını sürdürmüşlerdir. 

Bunun tek sebebi var; O sebep mesnetsiz iddiaların siyasal kararlarla oldu bittiye getirilmesi hayali olduğu düşünülmektedir. 

Alınan kararlar hukuki değil, siyasidir… 

Radikal Ermeni gurupları birtakım pazarlıklar sonucunda siyasal kararlardan Hukuki sonuç çıkarmak için Parlamentoları zorladıkları görülmektedir. 

Bu siyasi kararların ardında Ermenilere hoş görünmek, sözde acılarını dindirmek, Türkiye’ye başka alanlarda baskı yapma ve AB yolunda engel olma niyetleri olduğu izlenmektedir. 

Batılı mantalitenin en çok etkilendiği şey bu iddiaların gerçekliği değildir. 

Bu karaların sebebi şu olabilir; 

Batılılar Haçlılar döneminden başlayarak yüz yıllar boyunca Kötü Türk imajı ile beslenmiş olan, Birinci Dünya savaşı sırasında sahnelenen Türk karşıtı (gerçek dışı) propagandalardan etkilenen toplu belleğin, Ermeni diasporasının yalan ve iftiralarını incelemeyen kör bir bakışın neticesi olabilir… 

Yetki kimdedir? 

Yukarıda belirtildiği gibi, Eyalet ve Belediye Meclisleri ile Parlamentoların yetki gaspı yaparak her hangi bir ülkede “soykırım suçu işlenmiştir” diye karar almaya yetkili değildir… 

Bu kurumların kendini yargı yerine koyarak siyasi karalar alması Dünyada kutsal kabul edilen Adalet ilkesine ağır darbe vurmaktadır. 

Oysa hukukun temel kavramı her hangi bir suçlama karşısında gerçek yada tüzel kişinin kendini sonuna kadar savunma hakkı vardır. 

1915 yılında Osmanlı Ermenilerine karşı suç işlendiğini iddia edenlerin lafı ile Çıkarılan kararlar açıkça göstermektedir ki, bu mesele mesnetsiz ve siyasidir. 

Demokrasi ve Adaletten bahseden Batı şimdi bu ciddi bir yanılgı içinde olduğunu mutlak fark etmelidir. 

  

Soykırım sözleşmesi ihlal edilmektedir? 

8 Şubat 1948 tarihli soykırım sözleşmesi iki açıdan ihlal edilmektedir. 

1- Yargı ve değerlendirme yetkisi olmayan parlamentoların Birleşmiş milletlerce Çerçevesi çizilen ve güvence altına alınan sözleşmeye aykırı hareket etmektedir. 

Fransa Devletinin başı olan Cumhurbaşkanı Bu yasayı onaylayarak, hükümeti sorumluluk altına alan ciddi bir hata yapmıştır. 

2- Soykırım suçu gerçek kişilerce işlenebileceği halde bu güne kadar gerçek kişilere açılmış bir hukuki dava açılmamış, usule uygun bir işleme rastlanmamıştır bu durum göstermektedir ki tüm iddialar hukuk dışı ve yalandır. 

  

  

Ermeniiddialarının asıl hedefi nedir? 

Değerli okurlar bu bölüme kadar Yaşanmış tarihi olayları ve olayların gelişmesi ile hukuki yönünü değerlendirmeye çalışılmıştır. 

Bu bölümde Ermenilerin Yaptıkları Tüm manevralarla neyi hedeflediklerini araştırmaya devam edeceğiz… 

Bu güne kadar okuyup değerlendirmeye çalıştığımız olaylarda asıl hedefinin farklı olduğu kanaati oluşmuştur… 

Siyasi değerlendirmelerden Hukuki sonuç elde etme çabalarına kimler alet olmaktadır? 

Ermenistan Türkiye’nin tek taraflı olarak soykırım suçunun kabul edip özür dilenmesini istemektedir. 

Yürütülen kampanya stratejinin temel amacı; Osmanlı Devletini siyasi bakımdan mahkum ettirmek, Bu kararın arkasından toprak,tazminat ve diğer hukuki sonuçlar çıkarmaktır. 

Tarihi sonuçlarıyla değerlendirmekten kaçan Diaspora siyasi karalarla Türkiye’ye fatura ödetmek istemektedir. 

Bu çerçevede Ermeni propagandacılar, Başta ABD Başkanı olmak üzere birçok lidere ve ülkeye bu tezi kabul ettirmek istemektedir. 

ABD başkanı Bush’un 24 Nisan 2001 Günü Ermeni meselesiyle alakalı soykırım sözünü kullanmamış olması diasporayı son derece rahatsız etmişti. 

ABD başkanı protestolara maruz kalmıştı. 

Türkiye’de tartar bulamayan Guruplar meseleyi dış destekli bir platforma çekmek istemektedir.. 

  

Ermenistan Hukuk dışına çıkmak istemektedir. 

Türkiye’ye Sınırlarınızda gözümüz yok! Diyerek takiye yapan Ermenistan Yöneticileri bir yandan da sınır protokolünü tek taraflı fes ettiğini açıklamaktadır. 

Uluslar arası hukuk ve Birleşmiş milletlerin kararlarını tanımamak anlamına gelen bu davranışı iyi niyetli olarak yorumlamak mümkün olabilir mi? 

Dünya’ya servis edilen sözde haritalardan anlaşılan Batı Ermenistan toprakları diye belirtilen haritalar iyi niyetli kabul edilebilir mi? 

Türkiye bu meseleyi AGİT ve AB konseyi çerçevesine taşıyıp, sınırın değişmezliği konusunda gerekli girişimleri mutlak yapmalıdır. 

Sayın Gül’ün Ermenistan ziyareti Türk tarafının pozitif niyetini ortaya koymuştur, ancak Diaspora ve Ermenistan bu iyi niyetli girişim kısa zamanda unutmuştur. 

Uluslararası hukuk ve BM karalarını zorlayan Ermenistan’ın Çözümsüzlükten sonuç çıkarmak istedikleri açıktır… 

  

AB hukuksuzluğaAlet olmaktadır! 

Ermeni propagandasının mimarları Her koldan çalışmaktadır. 

ABD ve AB üzerinde geniş kapsamlı lobi yapan Diaspora Bir çok ülkede veya eyalette parlamento ve meclislerinde siyasi kınama kararları aldırmayı başarmıştır. 

Örnek olarak; Fransız parlamentosu 0cak 2001 tarihinde soykırımı zikreden yasayı Parlamentonun cılız bir toplantısında oldu-bitti şekliyle onaylamıştır. 

Fransa Eski Cumhurbaşkanı Mitterant, Ermenilerin soykırım savını Vienne kentinde yaptığı bir konuşmada onayladığını beyan etmiştir. 

Fransızlar açısından düşününce bu gibi hukuki değeri bulunmayan karaları hep aldığı görülmektedir.. 

Fransız Parlamentosunu aldığı bu karar bir diyet ürünü ve çok yakın ilişki içinde bulundukları Ermenileri cesaretlendirmiştir. 

16 Kasım 1993 Tarihinde Amerikalı Tarihçi Bernard Lewis le, Tarihin yanlış okunup yorumlandığını belirtmesi sonucunda Fransız adaleti bu konuda çıkarılan yasaya dayanarak mahkum etmişti. 

Bu durum Fransız adalet sisteminin çıkarlarına göre düşünmeyi ve ifade özgürlüğüne ne kadar dar baktığını göstermektedir. 

Bu ve benzer olaylar birlikte değerlendirilince 2 yüzlü bir adalet sistemi karşısında meselenin ne boyuta gideceği kestirilememektedir… 

Ermeni iddialarına hak,hukuk gibi kavramları hiçe sayarak yaklaşan AB parlamentosu da 18 Haziran 1987 tarihinde Ermenileri cüretlendiren bir karar almıştı. 

Bu kararların Fransız parlamenterlerin aktif çabasıyla çıkarıldığı da bilinmektedir... 

AB parlamentosu 15 Kasım 2000 Tarihinde de Türkiye’nin Tam üyelik yolunda bir rapor görüşülürken, Rapötörün itirazına rağmen sözde soykırım iddialarını kabul etmesini ifade eden bir önergeyi kabul etmiştir. 

Bu bağlayıcı olmasa bile AB’nin meseleye bakışı açısından fikir vericidir. 

Şimdi aynı hata stratejik ortak ABD dış ilişkiler komisyonunda tekrar etmiştir. 

Yani Diasporanın sistemli yalanları ABD temsilciler meclisinde yandaş bulmuştur. 

Diasporanın asıl hedefi belki de kullanıldıkları merkezlerden sağladıkları mali kaynaklarını kaybetmemektir..